Soru: Sizin bu açıklamanız burdaki kanunnamenin tam karşılığı değil gibime geliyor.. Eğer bir kişi zina kılsa şeriat huzurunda sabit olsa..Yani zina suçu muhakeme huzurunda sabit olsa yada kesinleşse cezası şudur deyip devam ediyor.Zina suçu İslam dininde cezası zaten nasla sabittir zaten... Bunu değiştirmek mümkün mü?
Cevap: Bahsi geçen kanunnamedeki maddelerin neden ortaya konulduğunu söyleyebilmek için o zaman ki hukuk yapısını ve işleyişini bilmemiz lazımdır. Aksi takdirde bu konuda zanni bir takım yorumlar yapmak, sathi ve asılsız iddiaların türemesine zemin hazırlar.
Osmanlı devletinde şer’i cezalar konusunda yetkili kişi kadılardır. Ve kadılar da bu yetkiyi edille-i şer’iye çerçevesinde kullanıp, İslam’ın ahkâmını ve hukukunu icra etmişlerdir. Kadıların kaynaklarından örnek verecek olursak; Fatih devrine kadar Osmanlı mahkemelerinde Merginani’nin El-Hidayesi, Nesefi’nin Kenzud’dekaik’i, Kuduri’nin El-Muhtasarı, T’acuş’şerianın El-Vikayesi... Fatih devrinde Molla Hüsrev’in Gurerul Ahkâmına şerh olan Durerul Hukkam Fi Şerhi Gurerul Ahkamı Osmanlı mahkemelerinde en çok başvurulan kaynaklar olmuştur. Kanuni’nin devrinde İbrahim El-Halebî’nin Multekal Ebhur adlı eseri Durerin yerini almıştır.
Kadıların ikinci önemli kaynağı fetva mecmualarıdır. Ebus’suud Efendinin Fetvaları, Zekeriyazad Yahya Efendinin (Ö. 1643) Fetevayı Yahya Efendi, Ankaralı Mehmed Efendinin Feteva Ankaravi, Feyzullah Efendinin Fetevayı Fevziye, Menteşzade Abdurrahim Efendinin Feteva Abdurrahim, Yenişehirli Abdullah Efendinin Behçetul Fetevası, Çatalcalı Ali Efendinin Fetevayı Ali Efendi’nin Fetevayı Ali Efendi, Durrizzade Mehmet Efendinin Neticetul Fetevası kadıların en çok başvurduğu fetva mecmularıdır.
Bahsi geçen eserler kadıların başvurdukları temel esaslardır. Ve bu eserlerde tamamen şer’i hükümler söz konusudur. Ayrıca bu ve benzeri kitaplardaki şer’î hükümleri tatbik ettiğini, hem mahkeme kararlarının kaydedildiği şer’iye sicillerinde ve hem de Osmanlı Arşivinde yer alan belgelerde görmek mümkündür. Meselenin uzun olması ve hakkında ciltlerce eser yazılması mümkün olabildiğinden konuyu fazla uzatmaya gerek yoktur.
Asıl meselemiz olan kanunname maddelerine gelince;
Fatih Sultan Mehmed’in Kanun-ı Osmanî diye anılan iki büyük kanunu mevcuttur. Birincisi, Fâtih’in Teşkilât Kanunu’dur ve ceza hukuku ile ilgili tek maddesi mevcuttur (Devlete isyân eden kardeşlerin öldürülmesi meselesi).
İkincisi ise, Fâtih’in askerî, mülkî ve cezâî hükümleri ihtiva eden ve daha sonraki bütün umumî Osmanlı kanunlarının esasını teşkil eden kanundur. Bunun ilk bölümü üç fasıl halinde, ceza hukukuna aittir. 1. fasıl, zinâ ve benzeri suçlara; 2. fasıl, sövüşme, dövüşme ve katle; 3. fasıl ise, içki içme, hırsızlık ve iftirâ suçlarına tahsis edilmiştir. Özellikleri, diğer kanunnamelerden farksızdır. Had ve kısas cezalarına karışmamış ve sadece ta’zir cezalarını tanzim etmiştir. Bu sebeble kanunnamede genellikle para cezalarından bahsedilmiştir. Bu da ve sonra vereceğimiz kanun örnekleri bunların tazir amaçlı olduğu ve had cezalarına aykırı hükümler olmadığını öğrenmiş oluruz.
Kanunnameler, fıkıh, kitaplarında açıklanan had cezalarına aykırı olan hükümler ihtiva etmemektedirler. Daha önce açıkladığımız gibi unsurları tam teşekkül etmeyen had suçlarında, had cezası tatbik edilemediği zaman verilecek cürmleri yani para cezalarını açıklamışlardır. Bu esas, Osmanlı toplumunda çok iyi bilindiğinden, bazı kanunnâmelerde, her had suçu için, söz konusu kayıtlar açıklanmamıştır. Ancak muhtelif kanunnameler tetkik edildiğinde, recm cezası tatbik edilemediği veya had suçunu gerektirecek vasıflar bulunmadığı takdirde (hayvanla cinsî münâsebet, öpme, sataşma ve yapışma gibi) uygulanacak para cezaları veya diğer ta’zir cezaları açıklanmıştır. Aynı şey hırsızlık had cezası olan kat’ı yed, yani el kesme ve diğer had cezaları için de geçerlidir. Bazı kanunnâmelerde bu esas, “Siyaset olunmadığı takdirce” diye ifade edilmektedir. Aynı şey cinayet cezaları diyebileceğimiz kısas ve diyet cezaları için de geçerlidir. “Kısas edilmese veya kısas gerektirecek katil olmasa” ifadesi açıkça zikredilmektedir. (Bütün kanunnameler, 2. fasıl hükümleri)
Şimdi kanunnamelerde had cezalarının uygulandığını ve uygulanması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi halinde para cezası verildiği örneklerle açıklayalım:
Dulkadiroğulları ceza kanunu: “Eğer muhsan ya muhsana bühtan etse, zinâ gibidür; seksen ağaç ve seksen akçe alına”
Dulkadiroğulları ceza kanunundan: “Her kim zinâ eylese, şer’ ile ya örf ile sübût bulsa, ergen ise had olmaz ise on üç altın alına. Evli ise recm olmazsa on beş altın alına”
Kanunî’nin ceza kanunnâmesinden; “Bir Müslüman zinâ eylese, şer’ ile sâbit olsa ve zinâ eyleyen muhsan yani evli olub bay olsa, siyâset olunmadığı yani hadd i zinâ urulmasa...” “Eğer bir kimesne zinâ eder görülse, şer’an üzerine sâbit olsa lâkin alâ vech-iş-şer’ recm kılmalu olmasa, eğer bay olub bin akçe...”
Osmanlı kanunnâmelerinde ise, “... tahılın uğurlasa, şer’an kesmek lâzım olmasa... cürm alına” “... sirkat nisâba yetişmemiş olsa kadı ta’zir ede” Kanunî’ye ait Kanunnâmede bulunan şu hüküm meseleyi iyice tavzih etmektedir: “Eğer kovan veya koyun veya kuzu uğurlasa, serîka hesabına etmese, kadı ta’zir edüb ağaç başına bir akça alına ve eğer serika yetişse elin keseler, cerîme alınmaya”
Ve eğer kısas etmeseler ve kısas lâzım olur katl olmasa, maktûl hakkın aldıkdan sonra kan cürmi...” “Her kim kan etse, katle müstehak ise kısas oluna. Ve eğer sulh edüb veya diyete müstehak ise, diyetden gayrı otuz altun cürm alına”
İşte bu kanunnamelerde ki maddeler incelendiğinde para cezaları had cezalarının yerine geçmiş İslam’a aykırı bir ceza değil, had cezalarının uygulanamaması veya uygulanması için gerekli şartların teşekkül etmemesi sonucu verilen tazir cezalarıdır. Yani haddin şartları teşekkül etmiş ise bu durumda had uygulanır. Şayet şartlar teşekkül etmemişse had vurulmaz. Bahsi geçen Fatihin kanunnamesindeki maddeler de bu fasıl da değerlendirilmelidir.
Osmanlı’da şer’i ahkam i
cra edilmiş ve şer’i hükümler tanzim edilmiştir. Bunu yukarıda kaynak eserlerle birlikte isbat ettik. Bunun yanında padişahlar tarafından hazırlatılan tüm kanunnameler ise tazir cezalarını belirlemiştir. Tazir cezalarını ise padişah kendi devrinin durum ve şartlarına göre İslam’a zıt olmamak şartıyla düzenleyebilir. Zaten Osmanlı’da bu şekilde olmuştur. Kadılar o zaman bu kanunnamelerin mahiyetini inceler ve İslam’a aykırı bir hüküm görürlerse buna karşı çıkarlardı. Buna örnek verecek olursak: Ayasofya evkafına ait dükkânların kiracıları, dükkânlara yerleştirdikleri âlet ve edevâtlarını bahâne ederek ve vakfın da zengin olduğunu ileri sürerek, kendilerinden alınan kira bedellerinin yükseltilmemesini ve ecrimisil talep edilme-mesini istemişler, padişahdan da ferman getirmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti’nin şanlı hukukçusu Ebussuud’un bunlara cevabı şu olmuştur:
“Emr-i Sultânî ile nâmeşrû’ olan nesne meşrû’ olmaz. Haram olan nesne helâl olmak yoktur. Ecrimisilden kusûru ne mikdâr ise, bî-kusûr tazmin olunması gerekir. Emr-i Sultan sadece gayr-ı sahih vakıflarda (yani mirî arazi türü vakıf arazide) mu’teberdir” (Ayasofya Evkâfı, Sül. Kütp. Reşid Efendi, No: 1036, Vrk. 46-49)
Son olarak şunu söylemekte fayda vardır:Tazir cezalarını halife tayin eder. Bu yüzden Fatih’in çıkardığı kanunnameler tazir cezaları olduğu için had cezaları ile alakası yoktur. Hadlerin şartlarının tam teşekkül etmesi şüphe olmaması durumunda Osmanlı dâhil hiçbir İslam devleti bu cezayı değiştirecek bir kanun koymaz. Şayet aksini iddia eden varsa bu konuda olayın ve şartlarının tam teşekkül ettiği, şüphe söz konusu olmadığı halde had cezası uygulanmayıp farklı bir hüküm uygulandığını tevil yapmaksızın açık deliller ile bize ispatlaması lazımdır.
Soru: Zina suçu İslam dininde cezası zaten nasla sabittir zaten... Bunu değiştirmek mümkün mü?
Cevap: Evet, zina suçunun cezası İslam’da nasla sabittir. Bunun değiştirilmesi söz konusu değildir. Şayet bir kimse çıkar da buna zıt bir hüküm vazederse bu kimse kafir olur, zaten bunu izah ettik. Fakat kanunnamedeki bahsi geçen maddeler zina suçunun cezası olarak değil, bu cezasının uygulanması için şartların tam teşekkül etmemesi, şüphenin olması durumunda uygulanacak tazir cezalarıdır. Yani bu maddeler şer’i hükümlerin değiştirilmesi için değil, tazir cezalarını beyan etmektedir.
Soru: Birde bir şey daha sormak istiyorum Osmanlı da devlet nezdin de Tasavvuf ile ilişkisi neden çok iç içedir..Yada şöyle sorayım Tasavvuf gibi bir bela neden osmanlı imparatorluğunda bu kadar zemin bulabilmiş.
Cevap: Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; Osmanlı’da bir takım bozulma ve bidatler yaygınlaşmıştır. Ve bizlerde bunları biliyor, bundan razı olmuyor, bunu da tasvip etmiyoruz. Osmanlı’da tasavvuf faaliyetleri ilerlemiştir. Fakat bu, ilk olarak Osmanlı zamanında çıkmış ve yaygınlaşmış bir şey değildir. Zira daha önceki İslam’i devletlerde bu tür bidatler ve bozulmalar yaygınlaşmıştır. İslam âlimleri bunları yok etmek için var güçleriyle çalışmışlardır. Vel hâsıl Osmanlı’da zuhur eden tasavvuf hareketleri sadece Osmanlı zamanına çıkmış fikirler olmayıp, ondan önceki İslam devletlerinde de vardı. Fakat İslam âlimleri o devletleri tekfir etmediler. Bunun en açık örnekleri; İmam Ebu Hanife, İmam Malik, Ahmed bin Hanbel’i zindanlarda çürüten kimseler İslam devletinde idiler. Fakat bu âlimler bu bidat ve sapıklıklara ne kadar mücadele etseler de bu devletleri tekfir etmediler. Osmanlı’da ilerleyen tasavvuf faaliyetleri daha önceki İslam’i devletin içlerinde bozukluklar minvalinde değerlendirdiğimiz için Osmanlı’yı tekfir etmiyoruz. Ve bu tekfiri gerektirecek yeterli bir gerekçe değildir. Bu sebepten yola çıkarak Osmanlı’yı tekfir edenler, ondan önce tasavvuf hareketlerinin ortaya çıktığı ve yayıldığı İslam devletlerini de tekfir edecekler mi?
Soru: fakat bu asılan kanunnamenin gerçek olmadığını mı söylüyorsunuz? yani osmanlıda böyle bir zina cezası kanunu yoktur mu diyorsunuz?.şayet bu kanun eğer osmanlıda uygulanan bir hükümse ki bu islamdaki zina suçunun değişmiş bir hali olarak duruyor.bu kanunu çıkaran, uygulayan ,ses çıkarmayan ,kabul eden küfre girmezmi diyorsunuz.
Cevap: Kanunnamedeki kanunun mahiyetini ve nasıl anlaşılması gerektiğini yukarıda izah ettim. Bu maddeler İslam’daki şer’i cezaların hükmünü değiştiren maddeler olmayıp, had cezalarının uygulanması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi durumunda verilen tazir cezalarıyla alakalıdır. Ve yine burada küfür boyutunda olan bir durum söz konusu değildir. Şayet şüphe söz konusu olmaz, şartlar gerçekleşir ve yine had cezası uygulanmazsa bunun yerine başka bir ceza uygulanırsa ister hafifleştirilsin, ister ağırlaştırılsın durum yine aynıdır ve bu küfür olan bir ameldir.
Muhammed b. Abdulvehhab’dan naklettiğiniz yazılar hakkında ise;
Bu yazılar ne bu âlimin Osmanlı’yı tekfir ettiğini ispatlamak için yeterlidir, ne de bizim Osmanlı’yı tekfir etmemizi gerektirecek kat’i delillerdir. Sizden istediğimiz, bu âlimin Osmanlı’yı tekfir ettiğini delilleriyle birlikte kitabından veya fetvalarından açık bir şekilde kaynaklarıyla bize nakletmenizdir. Zira bu âlim tekfir meselesinin ne kadar ehemmiyetli bir mesele olduğunu bilir. Ve bir hüküm vermişse bunu açıkça ve kesin olarak bildirir. Fakat astığınız nakillerde böyle bir durum söz konusu değildir.
Muhammed b. Abdulvehhab’ın Osmanlı devletini müslüman olarak kabul ettiği sabittir. Osmanlı devletini bazı necd alimleri tekfir etmişlerdir. Fakat bunlar bizim için delil değildir. Zira bu âlimler neden tekfir ettiklerine dair kat’i bir delil, kesin bir sebeb gösteremediler. Bazı âlimlerin, bazı meselelerde ihtilaf etmesi mümkündür ve bunun örnekleri çoktur. Necd âlimlerine göre Osmanlı kâfir olabilir. Fakat diğer âlimlere göre kâfir olmamışlardır. Zira necd âlimleri Osmanlı’yı RasulAllah’ın veya salihlerin kabrine gidip şefaat istemek gibi ihtilaflı bir meseleden dolayı tekfir etmişlerdir. Bu sebeble onların tekfir etmesi bizim tekfir etmemizi gerektirmez.