Hoş Geldiniz!

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için Giriş yapın.

Eğer üyeliğiniz yoksa Kayıt olun.

Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Duyurular / 1 Şevval 1445 - Ramazan Bayramı İlanı
« Son İleti Gönderen: Hak Mücadelesi 09 Nisan 2024, 21:14:06 »
Şevval ayının hilali, 29 Ramazan 1445 (miladi 9 Nisan 2024) tarihinde Müslümanlar tarafından gözetlenmiş ve görülmüştür. Hicri ‎‎1445 ‎‎Şevval ayına, miladi 10 Nisan 2024 ‎Çarşamba günü ‎başlanacaktır.

1 Şevval 1445 Ramazan Bayramı, miladi 10 Nisan 2024 Çarşamba günüdür.
2
3) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir diğer şey, Allah’ı hudûs (sonradan olmak) ve fâni olmaktan tenzih etmektir.

Bununla ilgili bazı deliller:
Birinci delil: Mükemmel varlık sadece Allah’a aittir. O, (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir; hiçbir şey yokken hep vardır, (ٱلْأٓخِر) el-Âḫir’dir; her şey yok olduktan sonra da devamlı var olacaktır. Yüce Allah’ın şu ayette buyurduğu gibi:

هُوَ ٱلْأَوَّلُ وَٱلْأٓخِرُ وَٱلظَّاهِرُ وَٱلْبَاطِنُۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ ٣ ‎
«O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir (mahlukat yok iken var olan ve varlığının başlangıcı olmayandır), (ٱلْأٓخِر) el-Âḫir’dir (devamlı var olan ve hiç yok olmayacak olandır), (ٱلـظَّاهِـر) eẓ-Ẓāhir’dir (fiilleriyle varlığı belli olan, varlığını ispat eden sayısız deliller bulunan, kudretiyle her şeyden üstün olan ve hiçbir şeyden âciz olmayandır) ve (ٱلْـبَاطِـن) el-Bâtın’dır (zatının, sıfatlarının ve fiillerinin mahiyeti mahlukatın aklında idrak ve hayalinde tasavvur edilemeyendir). Ve O, (varlığı vacip, imkânsız ve mümkün olan) her şeyi en ince teferruatıyla bilen ve kendisine hiçbir şey gizli olmayandır.»   (El-Ḥadîd: 3)

Ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şu sözünde olduğu gibi:
اللّٰهُمَّ أَنْتَ الْأَوَّلُ فَلَيْسَ قَبْلَكَ شَيْءٌ، وَأَنْتَ الْآخِرُ فَلَيْسَ بَعْدَكَ شَيْءٌ، وَأَنْتَ الظَّاهِرُ فَلَيْسَ فَوْقَكَ شَيْءٌ، وَأَنْتَ الْبَاطِنُ ‌فَلَيْسَ ‌دُونَكَ ‌شَيْءٌ.
“Allah’ım! Sen (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’sin, senden önce bir şey yoktur. Sen (ٱلْآخِر) el-Âḫir’sin, senden sonra bir şey yoktur. Sen (ٱلـظَّاهِـر) eẓ-Ẓâhir’sin, senin üstünde bir şey yoktur. Sen (ٱلْـبَاطِـن) el-Bâtın’sın( ), senin aşağında bir şey yoktur.”   (Müslim)

Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatı ezelî ve kdîm (قَدِيم)’dir yani başlangıcı yoktur. O, hudûstan (daha önce yokken sonra olmaktan) münezzehtir çünkü zatının başlangıcı yoktur.
Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatı ebedîdir, bakidir çünkü O’nun zatının sonu yoktur.

Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah, mükemmel hayata sahiptir. O’nun hayatı ezelîdir, zatına layıktır, başlangıcı yoktur; tıpkı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Sen (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’sin, senden önce bir şey yoktur.”

O’nun hayatı ebedîdir, zatına layıktır, asla sonu olmaz; tıpkı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Sen (ٱلْآخِر) el-Âḫir’sin, senden sonra bir şey yoktur.”

Yüce Allah hayat sahibi olan her varlıktan önce hep hayydır ve O, hep hayy kalacak, asla ölmeyecektir. Bütün hayat sahibi varlıkların ölümünden sonra da hayy kalacaktır. Çünkü her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın hayatı eksiksiz, mükemmel bir hayattır; uyuklamaktan, uykudan, ölümden ve fâni olmaktan münezzehtir. Yüce Allah’ın şu ayetlerde buyurduğu gibi:

ٱللّٰهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْحَيُّ ٱلْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُۥ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۚ لَهُۥ مَا فِي ٱلسَّمَاوَاتِ وَمَا فِي ٱلْأَرْضِۗ
«Allah, kendisinden başka ibadete layık ilah olmayandır. O (ٱلْـحَـيّ) el-Ḥayy’dır (mahlukatın hayatına benzemeyen, başlangıcı ve sonu olmayan mükemmel hayat sahibidir), (ٱلْـقَـيُّـوم) el-Kayyûm’dur (hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisi dışındaki her şeyin hem var oluşlarında hem de varlıklarının devamında her an kendisine muhtaç olduğu yüce zattır). O’nu ne uyuklama ne de uyku tutar (her türlü noksanlıktan münezzehtir). Göklerde ve yerde olan her şeyin yegâne sahibi O’dur.»  (El-Bakara: 255)

وَتَوَكَّلْ عَلَى ٱلْحَىِّ ٱلَّذِى لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِۦۚ وَكَفَى بِهِۦ بِذُنُوبِ عِبَادِهِۦ خَبِيرًا ٥٨
«Ve ey rasulüm! Her işinde sadece, hiç ölmeyecek olan (ٱلْـحَـيّ) el-Ḥayy’a (mükemmel hayat sahibine) tevekkül et! Ve O’nu hamd ile (mükemmel sıfatlarından dolayı övüp şükrederek, yücelterek ve her şeyden çok severek) tesbih et (bütün noksan sıfatlardan, mahlukata benzemekten ve zatına layık olmayan şeylerden tenzih et)! Ve bil ki O’nun, kullarının günahlarından (hiçbir şey gizli olmayacak şekilde) haberdar olması yeter (ona göre karşılık verecektir).»  (El-Furkān: 58)

كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُۥۚ لَهُ ٱلْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ٨٨
«Bil ki O’nun dışındaki her şey yok olacaktır. (Hayatın her yönünde) Mutlak hüküm sadece O’nundur ve (kıyamet gününde hesap için) sadece O’na döneceksiniz.»     (El-Kasas: 88)

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ ٢٦ وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو ٱلْجَلَالِ وَٱلْإِكْرَامِ ٢٧
«Bilin ki yeryüzünde bulunan bütün canlılar yok olacaktır. Ancak azamet, yücelik ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı baki kalacaktır (ebediyen yok olmayacaktır).»   (Er-Raḥmân: 26-27)

İkinci delil: Allah’ın hâdis ve fâni olmaktan münezzeh olup zatının hâdis veya fâni olmayı kabul etmemesinden şunu istifade ederiz: Kdîm (قَدِيم), ezelî, baki ve ebedî olan Yüce Allah’ın zatı; asla hudûsu (sonra olmayı) veya değişme ve kaybolmayı ya da içinde hâdislerin bulunmasını kabul etmez. Çünkü zatı kdîm (قَدِيم) olan varlık, asla hudûsu (sonra olmayı) kabul etmez. Çünkü hudûsu (sonra olmayı) kabul ederse fâni olması mümkün demektir. Ayrıca hâdis olan şey eksiktir; böyle bir vasıf, zatı kdîm (قَدِيم) ve mükemmel olana zıt bir vasıftır.

3
4) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir diğer şey; Allah’ı değişmekten, sonradan olmaktan ve zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmekten tenzih etmektir.

Bununla ilgili bazı deliller:
Birinci delil: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
لَيْسَ كَمِثْلِهِۦ شَيْءٌۚ
«(Bilin ki herhangi bir konuda veya herhangi bir yönden) O’na benzer hiçbir şey yoktur.»    (Eş-Şûrâ: 11)

Bu ayet, Yüce Allah ile yarattıkları arasında herhangi bir benzeme olmasını reddetmektedir. Ayetin manası ise şudur: Yüce Allah yarattıklarından hiçbirine hiçbir yönden benzemez. Bu ise Allah hakkında değişimin, daha önce yokken sonradan olmanın ve zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmesinin imkânsız olmasını gerektirir. Çünkü değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatına hâdislerin yerleşmesi mahlukun sıfatlarındandır.

İkinci delil: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَلِلّٰهِ ٱلْمَثَلُ ٱلْأَعْلَى
«En yüce ve en mükemmel sıfatlar ise muhakkak ki Allah’a aittir.»   (En-Naḥl: 60)

Yani Allah’ın vasfı sadece O’na aittir, başkalarının vasfına benzemez. O hâlde her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Rabbimiz, mahlukatın sıfatları olan değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatında hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmek ile vasfedilmez.

Üçüncü delil: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ ٱلْأَمْثَالَ
«Ey insanlar! Allah’a (hiçbir konuda) mahlukattan hiçbir şeyi benzer kılmayın!»  (En-Naḥl: 74)

Yani Allah için herhangi bir benzer ya da bir misal kılmayın. Çünkü O’nun hiçbir konuda benzeri ve misli yoktur. Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatı, hiçbir zata benzemez. Dolayısıyla O’nun hakkında değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmek imkânsızdır. Çünkü değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatına hâdislerin yerleşmesi mahlukun sıfatlarındandır.

Dördüncü delil: Yüce Allah şöyle buyuruyor:
هَلْ تَعْلَمُ لَهُۥ سَمِيًّا ٦٥
«O’na denk veya benzer herhangi bir varlık biliyor musun?! (Asla! O’nun hiçbir konuda dengi ve benzeri yoktur.)»  (Meryem: 65)

Buna göre Yüce Allah’ın herhangi bir konuda misli, herhangi bir konuda benzeri ve herhangi bir konuda dengi yoktur. Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatı hiçbir zata benzemez. Dolayısıyla O’nun hakkında değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmek imkânsızdır. Çünkü değişmek, daha önce yokken sonradan olmak ve zatına hâdislerin yerleşmesi mahlukun sıfatlarındandır.

Beşinci delil: Yüce Allah şöyle buyuruyor:

قُلْ هُوَ ٱللّٰهُ أَحَدٌ ١ ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ ٢ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ٣ وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ ٤
«Ey rasulüm! Senden Rabbini tanıtmanı isteyenlere de ki: “O; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olan Allah’tır (hiçbir yönden benzeri yoktur). Bilin ki Allah, (ٱلـصَّـمَـد) es-Samed’dir (mükemmel sıfatlara sahiptir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün mahlukat O’na muhtaçtır ve O, ibadete layık yegâne varlıktır). O, kesinlikle doğurmamıştır (asla yok olmayacaktır) ve asla doğurulmamıştır (varlığının başlangıcı yoktur). O’nun (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) benzeri olan hiçbir varlık yoktur (bu sebeple mutlak itaat ve mutlak sevgi yalnız O’na verilmelidir).”»  (El-İḫlâs: 1-4)

Bu sure, beş aslı ihtiva eder:
1) Yüce Allah’ı tek olarak vasfetmek (ٱللّٰهُ أَحَدٌ).
2) Yüce Allah’ı samed olarak vasfetmek (ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ).
3) Yüce Allah’ı zatında hâdis bir şeyin bulunmasından tenzih etmek (لَمْ يَلِدْ).
4) Yüce Allah’ı hâdis (daha önce yokken sonradan) olmaktan tenzih etmek (وَلَمْ يُولَدْ).
5) Yüce Allah’ı herhangi bir yönden yarattıklarına benzemekten tenzih etmek (وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ).
Yüce Allah’ın “ٱللّٰهُ أَحَدٌ” sözü; Allah’ın tek olduğuna ve zatında bölünebilir olması ihtimalinin imkânsız olduğuna delalet eder. O, bundan mukaddes ve yücedir. Aynı şekilde bu söz; Allah’ın cüzleri olmasını yani O’nun zatında mürekkeb ve parçalardan müteşekkil olmasını nefyeder. Çünkü Yüce Allah cariha (el, ayak gibi iş yapan uzuvlar) ve cüzlerden mürekkeb olsaydı tek olmazdı. Çünkü cüzleri, Allah’ın zatında çok şeyin bulunmasını gerektirirdi. Bu ise Allah’ın zatında tek olmasına zıttır.

Yüce Allah’ın “ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ” sözü yani O’nun samed oluşu; Allah’ın cariha ve cüzlerden müteşekkil olmadığına delalet eder. Bunun delil oluşu şöyledir: Her cisim mürekkebdir ve her mürekkeb cüzlerinden her birine muhtaçtır, cüzlerinin her biri de ondan başkasıdır. Dolayısıyla mürekkeb olan varlık, başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan bir varlık ise müstağni olan ve kendisine muhtaç olunan değildir. Öyleyse böyle bir varlık asla mutlak samed olamaz. Ayrıca Allah cariha ve uzuvlardan müteşekkil olsaydı görmek için göze, fiil yapmak için ele, yürümek için ayağa muhtaç olurdu. Bu ise Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı, her şeyden müstağni olduğu mutlak samed vasfına zıttır.

Yüce Allah’ın “لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ” sözü de O’nun tek olduğuna; bir şeyden ayrılmadığına ve O’ndan bir şeyin ayrılmadığına delalet eder. لَمْ يَلِدْ; O, mahluk bir cüzü olmasından münezzehtir (çünkü doğurduğu şey O’ndan bir cüz olup sonradan olmuş olacağından mahluk bir cüz olmuş olur). وَلَمْ يُولَدْ; O, muhdes (sonradan olmuş) ve yaratılmış bir şey olmaktan da münezzehtir. Bilakis O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir, O’ndan önce hiçbir şey yoktur; (ٱلْآخِر) el-Âḫir’dir, O’ndan sonra hiçbir şey yoktur. O, her şeyi yaratandır; O’ndan başka her varlık mahluktur. O; tektir, hiçbir benzeri yoktur. Sameddir; bir şeyden ayrılmaz ve O’ndan bir şey ayrılmaz. Çünkü O, zatında hâdislerin bulunmasından münezzehtir.

Hristiyanlara gelince; şüphesiz onlar Allah hakkında vacip, mümkün ve imkânsız olanları bilmede insanların en sapığı ve en cahili oldukları için Raḥman’ın zatına hâdislerin yerleşmesini mümkün görmüşlerdir. Bu sebeple Allah’ın çocuğu olduğunu iddia etmişlerdir. Allah bundan yüce ve münezzehtir. Tek ve samed olan Allah’a çocuk nispet etmek imkânsızdır. Çünkü çocuk, babasından bir cüzdür. Zira baba çocuğunu yaratmaz, bu sebeple ancak onun bir cüzüdür. Allah ise tektir, sameddir; değişmekten, daha önce yokken sonradan olmaktan ve zatına hâdis bir şeyin yerleşmesinden yüce ve münezzehtir. İşte bundan dolayı asla O’ndan bir çocuk olmaz. Çünkü O’ndan bir çocuk olsaydı -ki O, bundan yüce ve münezzehtir- bu durumda o çocuk kdîm (قَدِيم) olurdu, aynı babası gibi. O çocuk hâdis iken; yani daha önce yokken sonradan var olduğu hâlde nasıl olur da kdîm (قَدِيم) olabilir?! Bundan dolayı Allah hakkında çocuğu olması mümkün değildir.

İşte Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e müşriklere söylemesini emrettiği sözde bu hastalığın ilacını buluruz.

قُلْ إِنْ كَانَ لِلرَّحْمَٰنِ وَلَدٌ فَأَنَا۬ أَوَّلُ ٱلْعَابِدِينَ ٨١
«Ey rasulüm! (Allah’a kız çocuğu isnat eden) Müşriklere de ki: “(Farzımuhal) Er-Raḥmân’ın bir çocuğu olsaydı ona ilk ibadet eden ben olurdum.»     (Ez-Zuḫruf: 81)

Bu sözün manası şudur: “Eğer Raḥman’ın çocuğu olması caiz, mümkün, söz konusu olsaydı ben yine Allah’ın emrine boyun eğen ve itaatle O’na ibadet edenlerin ilki olurdum. Fakat Raḥman’ın çocuk edinmesi mümkün değildir. Çünkü bu, tek ve samed olan hakkında imkânsızdır.” Bu sebeple bu sözün hemen akabinde tesbih ve tenzih ayeti gelmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

سُبْحَانَ رَبِّ ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضِ رَبِّ ٱلْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ٨٢
«Göklerin, yerin ve arşın yegâne rabbi olan Allah, müşriklerin nispet ettiği bütün noksanlıklardan (ve mahlukata benzemekten) münezzeh ve yücedir.»    (Ez-Zuḫruf: 82)

Öyleyse çocuk, her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Allah hakkında imkânsız olan şeylerdendir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَقَالُوا ٱتَّخَذَ ٱلرَّحْمٰنُ وَلَدًا ٨٨ لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا ٨٩ تَكَادُ ٱلسَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ ٱلْأَرْضُ وَتَخِرُّ ٱلْجِبَالُ هَدًّا ٩٠ أَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمَٰنِ وَلَدًا ٩١ وَمَا يَنْبَغِي لِلرَّحْمَٰنِ أَن يَتَّخِذَ وَلَدًا ٩٢ إِنْ كُلُّ مَنْ فِي ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضِ إِلَّا ءَاتِي ٱلرَّحْمَٰنِ عَبْدًا ٩٣ لَقَدْ أَحْصَاهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّا ٩٤ وَكُلُّهُمْ ءَاتِيهِ يَوْمَ ٱلْقِيَامَةِ فَرْدًا ٩٥
«Ve kâfirler (Yahudi, Hristiyan ve bazı müşrikler Allah hakkında yalan uydurup) “Er-Raḥmân çocuk edindi.” dediler. Ey kâfirler! (“Er-Raḥmân çocuk edindi.” demekle) Gerçekten de çok çirkin ve (aklın asla kabul etmediği) büyük bir iftira atmış oldunuz. Er-Raḥmân’a çocuk isnat ederek çok büyük ve çirkin bir iftirada bulunmalarından dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar şiddetle yıkılıp paramparça olacaktı. Şu bilinmelidir ki er-Raḥmân’ın çocuk edinmesi, ilahlığına zıttır (çünkü O, her türlü eksik sıfattan münezzeh ve yücedir). Muhakkak ki göklerde olanların (meleklerin) ve yerde olanların (insan ve cinlerin) hepsi, kıyamet gününde er-Raḥmân’a boyun eğmiş birer kul olarak gelecektir. Muhakkak ki Allah’ın ilmi bütün mahlukatı kuşatmış ve onların sayılarını tek tek tespit etmiştir (hiçbiri O’na gizli değildir). Ve herkes kıyamet gününde er-Raḥmân’ın huzuruna (yardımcılarını ve mallarını terk etmiş olarak) tek başına gelecektir (sonra da herkese hak ettiği mükâfaat ya da ceza mutlaka verilecektir).»     (Meryem: 88-95)

Aynı şekilde Allah’ın “لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ” sözü, Allah’ın zatının mahlukatın, hâdislerin yeri olmasından münezzeh olduğuna da delalet eder. Yine bu ayet Allah’ın, O’ndan hâdis ve mahluk bir şeyin ayrılmasından münezzeh olduğuna da delalet eder. Çünkü O, kdîm (قَدَيم)’dir, ezelîdir, (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir; zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmez. O’ndan hâdis ve mahluk bir cüz olmaz, Allah’ın “لَمْ يَلِدْ” sözünde olduğu gibi. O’nun “وَلَمْ يُولَدْ” sözü ise O’nun değişmekten ve hâdis olmaktan münezzeh olduğunu gösterir.

Yüce Allah’ın “وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ” sözü; O’nun hiçbir yönden, hiçbir konuda benzeri olmadığına, dengi ve misli olmadığına delalet eder. İşte bu sebeple her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Rabbimiz, mahlukatın sıfatlarından olan değişmek, sonradan olmak ve zatında hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmek ile vasfedilemez. Çünkü Allah değişmeyi ve sonradan olmayı ya da zatının hâdislerin yeri olmasını kabul etseydi bu durumda diğer hâdis mahluklar O’nun benzeri olmuş olurdu. Allah bundan yüce ve münezzehtir.

Ve bil ki Yüce Allah’ı değişmekten ve daha önce yokken sonra olmaktan tenzih etmenin delili, Allah’ın nebisi İbrahim aleyhisselam’ın Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların ilah olmadığını ispat etmede kullandığı delildir.

Yüce Allah İbrahim aleyhisselam’ın şöyle dediğini haber vermiştir:
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ ٱلَّيْلُ رَءَا كَوْكَبًاۖ قَالَ هَٰذَا رَبِّىۖ فَلَمَّآ أَفَلَ قَالَ لَآ أُحِبُّ ٱلْآفِلِينَ ٧٦
«İbrahim gece olunca bir yıldız gördü ve (kavmine sapıklıklarını göstermek için) “Benim Rabbim bu mu?!” dedi. Bir müddet sonra o yıldız kaybolunca, “Ben kaybolanları sevmem (bu bizim ilahımız olamaz çünkü hak olan ilahta asla değişiklik olmaz).” dedi.»  (El-Enʿâm: 76)

İbrahim aleyhisselam kavmine “لَآ أُحِبُّ ٱلْآفِلِينَ (Ben kaybolanları sevmem.)” demiştir. Bu sözü söyleyerek onlara şu uyarıda bulunmuştur: “Ay’ın hâli değişmektedir, hâli değişen ise ilah olmaya layık değildir. Dolayısıyla onu ilah edinen, sapık bir kimsedir.” Yine bu sözü söyleyerek onlara şunu bildirmiştir: “Hak ilahın hep var olması, asla yok olmaması gerekir. Çünkü yok olmak eksikliktir ve mükemmellikle vasıflı ilaha asla layık değildir. Bu sebeple kaybolanlar; yani bir yerden başka bir yere intikal eden, bir hâlden başka bir hâle dönüşen sahte rabler, asla rablik ve ilahlık vasfını hak etmezler.” Ayrıca bu sözü söyleyerek onlara şunu da bildirmiştir: “Belirdikten sonra kaybolan varlık, hâdis (yokluktan sonra var olan) ve boyun eğdirilmiş bir varlıktır, asla ezelî bir rab değildir.” İşte bu vasıflara sahip olduklarından dolayı, İbrahim aleyhisselam el-Enʿâm suresinde zikri geçen sözleriyle müşriklerin ilahlarından beri olmuştur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّى بَرِىٓءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ ٧٨
«İbrahim … (kavmine) şöyle dedi: “Ey kavmim! Biliniz ki ben, sizin Allah’a ortak koştuğunuz bu şeylerden (ve O’na ortak koşulan her şeyden) beriyim.”»     (El-Enʿâm: 78)

Ayetin manası şudur: “Ey kavmim! Ben sizin hak ilaha şirk koştuğunuz muhdes (sonradan) olup kendisini icat ve belli bir şekilde tahsis edene muhtaç olan şeylerden beriyim! Çünkü bunlar asla ilah olamazlar.”

İbrahim aleyhisselam kavminin ibadet ettiği bu sahte ilahlardan beri olduğunu ispat ettikten sonra onları icat eden, en güzel şekilde yaratan ve bunların varlığının; varlığına, birliğine ve kemal sıfatlara sahip olduğuna delalet ettiği Yüce Allah’a yönelerek şöyle dedi:

إِنِّى وَجَّهْتُ وَجْهِىَ لِلَّذِى فَطَرَ ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضَ حَنِيفًا ۖ وَمَآ أَنَا۬ مِنَ ٱلْمُشْرِكِينَ ٧٩
«“Muhakkak ki ben, yüzümü (her şeyimi) gökleri ve yeri örneksiz yaratan Allah’a ihlasla teslim ettim ve hanif olan dine (şirkten uzak, halis tevhid dinine) bağlandım. Bilin ki ben, müşriklerden değilim (Allah’a zatında, sıfatlarında, hak ve yetkilerinde asla başka varlıkları eş koşmam, sadece O’na ibadet ederim).”»   (El-Enʿâm: 79)

Yüce Allah’ın zatı nasıl değişmekten ve daha önce yokken sonra olmaktan münezzeh ise aynı şekilde içinde hâdislerin bulunmasını kabul etmekten de münezzehtir. Çünkü Allah’ın zatı hâdis olan bir şeyi kabul ederse bu hâdis olan şey Allah’ın zatının bir cüzü olmuş, dolayısıyla Allah’ın hâdis bir cüzü olmuş olur. Bu ise imkânsızdır; çünkü Allah’ın zatı tektir, asla cüzlerden müteşekkil olmayı kabul etmez. Dolayısıyla Allah’ın zatının, içinde hâdisin bulunmasını kabul etmesi imkânsızdır. O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir, ezelîdir, herhangi bir hâdisin zatında bulunmasından münezzehtir; aksi hâlde kendisi hâdis olurdu. Bundan dolayı Allah’ın zatında ne hâdis ne de mahluk bir şey bulunabilir. Çünkü O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel olan (her şeyden önce hep var olan), her şeyi yaratan ve her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olandır.

Ayrıca zatında hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmesi, her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Allah’ın zatının vasıflı olduğu (ٱلْأَوَّل) el-Evvel (mahlukat yok iken var olan ve varlığının başlangıcı olmayan) ve ezelî vasfına zıttır. Aynı şekilde zatında hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmesi, Allah’ın zatının ve sıfatlarının kemaline zıttır. Çünkü mutlak kemal ne artmayı ne de eksilmeyi kabul eder. Çünkü artmayı kabul ederse artmadan önce eksik demektir, eğer eksilmeyi kabul ederse o zaman zatı ve sıfatları mükemmel olan bir ilah değil demektir.

Altıncı delil: Allah’ın zatının hâdislerin yeri olmasının bâtıl olduğuna dair başka bir delil de şudur: Hâdis olan zat, çeşitli değişimlere maruz kalır. Çünkü hâdis olan varlık mutlaka değişkendir. Dolayısıyla hâdis olan zat, hâdis olması sebebiyle değişime, bir hâlden başka bir hâle geçmeye maruz kalır. Yüce Allah ise değişmekten ve kaybolmaktan münezzehtir. Ayrıca zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmek, hâdis olan cisimlerin sıfatlarındandır. Yüce Allah’ın zatı ise kdîm (قَدِيم)’dir, asla içinde hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmez. Çünkü kdîm (قَدِيم)’in en önemli sıfatı, içinde hâdis bir şeyin bulunmasını kabul etmemektir, aksi hâlde o da onun gibi hâdis olur. Yüce Allah, maddi ve cismani olan her şeyden münezzeh olduğuna göre O’nun zatının hâdislerin yeri olması da imkânsızdır.

Yedinci delil: Allah’ın zatının hâdislerin yeri olmasının bâtıl olduğuna dair başka bir delil de şudur: Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatının hâdisleri kabul ettiğini söylemek, Allah’ın zatına keyfiyet vermektir. Çünkü mahlukun zatına kıyas etmekle bu sonuca varılmıştır. Şöyle ki mahluk, dışında bir amel yapacaksa önce içinde bu ameli yapacağı bir irade meydana gelir. İşte bu, mahlukun durumudur; çünkü onların hepsi muhdestir (sonra olmuştur), dolayısıyla hâdisleri kabul eder. Öyleyse hiçbir konuda benzeri olmayan ezelî, yaratıcı olan Allah’ın durumunu, hâdis olan mahlukun durumuna kıyas etmek hiç caiz olur mu?! Akıl sahipleri katında Allah’ın ezelî ve kdîm (قَدِيم) iradesini, mahlukun hâdis ve mahluk iradesine kıyas etmek hiç caiz olur mu?! Ey Rabbim! Sen her türlü noksan sıfattan münezzehsin! Bu, sana atılmış büyük bir iftiradır.

Ve bil ki Yüce Allah’ın kelam sıfatını -ki bu sıfat ezelî ve kdîm (قَدِيم) olan, mutlak kemale sahip olan bir sıfattır- beşerin kelamına kıyas edenler şöyle derler: “Allah’ın kelam sıfatı, Allah’ın iradesinin taalluk ettiği fiilî bir sıfattır. Allah dilediği şeyi dilediği zaman konuşur.” Onların bu sözünün lazımı; Kur’ân’ın muhdes olduğu, kdîm (قَدِيم) olmadığıdır. Çünkü böyle denildiğinde Allah’ın kelamı dilemesine bağlanmış, her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın dilediği zaman konuştuğu ve kelamının ezelde kdîm (قَدِيم) olmadığı söylenmiş olur.

Tenzih ehli olan ehlisünnet ve’l-cemaatin mezhebi ise şudur: Allah’ın kelamı kdîm (قَدِيم)’dir ve O’nun manevi sıfatlarındandır. Tıpkı ilim ve irade sıfatı gibidir. Nasıl ki Allah’ın ilmi kdîm (قَدِيم) bir sıfattır ve “Dilediği zaman bilir, dilediği zaman bilmez.” şeklinde iradesine taalluku yoksa -çünkü bu, Allah’ın mükemmellik vasfına sahip olan ilmine sınır koymaktır- aynı şekilde kelamı da Allah’ın kdîm (قَدِيم) ve manevi sıfatlarından olup Allah’ın fiillerine ve iradesine taalluku yoktur. Buna göre; kim Allah’ın kelam sıfatının iradesine taalluk eden fiilî bir sıfat olduğunu ve Allah’ın dilediği şeyi dilediği zaman konuştuğunu söylerse Allah’ın ezelî kelam sıfatını, Allah’ın dilediği zaman yaptığı hâdis bir fiil kılmış olur; tıpkı yaratma ve rızık gibi. Allah dilediğini dilediği zaman yaratır, dilediğini dilediği zaman rızıklandırır (Allah’ın kelamını da aynı böyle görmüş olur).

Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatında hâdis bir kelamın bulunması caiz olsaydı bu durumda başkaları da Allah’ın hâdis bir ilmi olduğunu söyleyip şu ayetin zahirini buna delil gösterebilirdi:

وَلَمَّا يَعْلَمِ ٱللّٰهُ ٱلَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ ٱلصَّابِرِينَ ١٤٢
«(Ey Muhammed’e iman ettiğini söyleyenler!) Yoksa Allah kendi yolunda içinizden ihlasla cihad edenleri ve (bu yolda başlarına gelen musibetlere) sabredenleri bilmeden…»   (Âli ʿİmrân: 142)

Aynı şekilde bir başkası da Allah’ın hâdis bir iradesi olduğunu söyler ve Kur’ân’ın zahirini buna delil gösterebilirdi, örneğin şu ayeti:
يُرِيدُ ٱللّٰهُ بِكُمُ ٱلْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمُ ٱلْعُسْرَ
«Muhakkak ki Allah sizin için kolaylık ister, sizi zorlamak istemez.»      (El-Bakara: 185)

Bunların hepsi, her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Yüce Allah ve sıfatları hakkında büyük bir cehalet değil midir?!

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
سُبْحَانَهُۥ وَتَعَالَى عَمَّا يَصِفُونَ ١٠٠
«Allah onların bu (yalan ve bâtıl) vasıflandırmalarından münezzeh ve yücedir.»    (El-Enʿâm: 100)

4
5) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir başka şey de O’nu, cisim olmaktan ve cismin özelliklerinden tenzih etmektir.

Cisim; cüzlerden müteşekkil olan mürekkeb bir şeydir. Bu şeyi oluşturan cüzler arttıkça bu şeyin hacmi de artar ve önceki durumundan daha büyük bir hâle gelir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَزَادَهُۥ بَسْطَةً فِي ٱلْعِلْمِ وَٱلْجِسْمِۖ
«… ilim ve vücut olarak da onu (hepinizden daha) üstün kılmıştır.»    (El-Bakara: 247)

Cismin özelliklerinden biri; onun cüzlerden müteşekkil olup boyu, eni, derinliği, hacmi ve miktarı olmasıdır. İşte bu özellik ona “cisim” vasfını kazandırır. Cismin özelliklerinden biri de onun sınırlı ve mütehayyiz olmasıdır. Cisim ne kadar büyük olursa olsun mutlaka onu sonlandıran bir sınırı, onu sınırlandıran bir hayyizi ve onu kuşatan bir mekânı vardır. İşte bundan dolayı “cisim olma” sıfatı, bu sıfata sahip olanın yaratılmış, sınırlı ve miktarı olduğuna delalet eder. Dolayısıyla Yüce Allah’ın zatını bu sıfatla vasfetmek imkânsızdır; çünkü bu sıfat eksiklik ve kusurları ihtiva eder. Allah ise her türlü eksiklik ve kusurdan münezzehtir.

Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğuna dair bazı deliller:

Birinci delil: Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğuna delalet eden en büyük delil el-İḫlâs suresidir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
قُلْ هُوَ ٱللّٰهُ أَحَدٌ ١ ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ ٢ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ٣ وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ ٤
«Ey rasulüm! Senden Rabbini tanıtmanı isteyenlere de ki: “O; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olan Allah’tır (hiçbir yönden benzeri yoktur). Bilin ki Allah, (ٱلـصَّـمَـد) es-Samed’dir (mükemmel sıfatlara sahiptir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün mahlukat O’na muhtaçtır ve O, ibadete layık yegâne varlıktır). O, kesinlikle doğurmamıştır (asla yok olmayacaktır) ve asla doğurulmamıştır (varlığının başlangıcı yoktur). O’nun (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) benzeri olan hiçbir varlık yoktur (bu sebeple mutlak itaat ve mutlak sevgi yalnız O’na verilmelidir).”»   (El-İḫlâs: 1-4)

“(أَحَد) Eḥad” vasfı, her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Allah’ın cisim olmadığına delalet eder. Çünkü cisim, en az iki cevherden müteşekkildir ve bu, bir olmaya zıttır. Allah’ın “(أَحَد) Eḥad” sözü mübalağalı bir şekilde Allah’ın bir olduğunu bildirdiğine göre “(أَحَد) Eḥad” sözü Allah’ın cisim olmasını reddeder.

Aynı şekilde Allah’ın “ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ” sözü -ki samed; her türlü ihtiyaç durumunda kendisine başvurulan seyyid demektir- Allah’ın cisim olmadığına delalet eder. Bunun delil oluşu şöyledir: Her cisim mürekkebdir ve her mürekkeb cüzlerinden her birine muhtaçtır, cüzlerinin her biri de ondan başkasıdır. Dolayısıyla mürekkeb olan varlık, başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan varlık ise samed değildir. Ayrıca Allah cariha (el, ayak gibi iş yapan uzuv), cüz ve organlardan müteşekkil olsaydı görmek için göze, fiil yapmak için ele, yürümek için ayağa muhtaç olurdu. Bu ise mutlak samed vasfına zıttır. Böylece şu bilinir ki her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah, cisim olmaktan ve cismin özelliklerinden münezzeh ve yücedir.

Yüce Allah’ın “وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ” sözü de O’nun cisim olmadığına delalet eder. Çünkü cisimler birbirine benzer. Eğer Yüce Allah cisim olsaydı bu durumda diğer bütün cisimlerin benzeri olurdu. Böylece her bir cisim O’nun dengi olurdu. O hâlde sabit olmuştur ki bu sure, Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğuna en açık şekilde delalet eder.

İkinci delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَٱللّٰهُ ٱلْغَنِيُّ وَأَنْتُمُ ٱلْفُقَرَآءُۚ
«Ve bilin ki Allah (ٱلْـغَـنِـيّ) el-Ğaniyy’dir (hiç kimseye muhtaç değildir). Siz ise (hem varlığınızda hem de varlığınızın devamında) O’na muhtaçsınız.»   (Muḥammed: 38)

Bu ayet gösteriyor ki Yüce Allah her şeyden müstağnidir. Eğer Allah cisim olsaydı bu durumda müstağni olmazdı. Çünkü her cisim cüzlerden müteşekkildir ve cüzlerden müteşekkil olan her varlık, her bir cüzüne muhtaçtır.

Üçüncü delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
ٱللّٰهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْحَيُّ ٱلْقَيُّومُۚ
«Allah, kendisinden başka ibadete layık ilah olmayandır. O (ٱلْـحَـيّ) el-Ḥayy’dır (mahlukatın hayatına benzemeyen, başlangıcı ve sonu olmayan mükemmel hayat sahibidir), (ٱلْقَـيُّوم) el-Kayyûm’dur (hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisi dışındaki her şeyin hem var oluşlarında hem de varlıklarının devamında her an kendisine muhtaç olduğu yüce zattır).»  (El-Bakara: 255)

(ٱلْقَيُّوم) El-Kayyûm; Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusunda mübalağalı bir vasıftır. Bu, Allah’tan başka her şeyi var eden, rızıklandıran ve düzene koyanın O olduğunu gösterir. Eğer Allah cisim olsaydı şüphesiz cüzlerine muhtaç olurdu. O zaman da mutlak olarak kayyûm olmazdı.

Dördüncü delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
ٱلْقُدُّوسُ ٱلسَّلَامُ
«(ٱلْقُدُّوس) el-Kuddûs’tür (benzeri olmayan ve kemaline yakışmayan her türlü noksanlıktan münezzeh olandır), (ٱلسَّلَام) es-Selâm’dır (her türlü noksan sıfattan, mahlukata benzemekten ve zatına layık olmayan şeylerden münezzeh olandır).»  (El-Ḥaşr: 23)

(ٱلْقُدُّوس) El-Kuddûs; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde kemale zıt olan her şeyden münezzeh olan, demektir. Ayrıca (ٱلْقُدُّوس) el-Kuddûs; her türlü eksiklik ve kusurdan münezzeh olan ve herhangi bir konuda misli ve benzeri olmasından da münezzeh olan, demektir. Cisim ise asla (ٱلْقُدُّوس) el-Kuddûs vasfı almaz çünkü cisim cüzlerden müteşekkildir ve bu vasıf, eksiklik ve kusur vasfıdır. (ٱلْقُدُّوس) El-Kuddûs, bundan münezzehtir. Cisim olmak ya da cismin özelliklerine sahip olmak, (ٱلْقُدُّوس) el-Kuddûs vasfına zıttır. Eğer Allah cisim olsaydı diğer cisimler O’nun benzeri olurdu. (ٱلْقُدُّوس) El-Kuddûs ise misil ve benzerden münezzeh olan varlığın sıfatıdır.

(ٱلسَّلَام) Es-Selâm sıfatının manasına gelince; bu, her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olan, demektir. Cisim ise asla (ٱلسَّلَام) es-Selâm vasfı almaz çünkü cisim cüzlerden müteşekkildir ve bu vasıf, eksiklik ve kusur vasfıdır. (ٱلسَّلَام) Es-Selâm, bundan münezzehtir. Ayrıca (ٱلسَّلَام) es-Selâm; zatı, herhangi bir konuda misil ve benzerden uzak olan, demektir. Eğer Allah cisim olsaydı diğer cisimler O’nun benzeri olurdu.

Beşinci delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
هُوَ ٱللّٰهُ ٱلْخَالِقُ ٱلْبَارِئُ ٱلْمُصَوِّرُۖ
«O Allah; (ٱلْخَالِق) el-Ḫālık’tır (her şeyi yaratandır), (ٱلْبَارِئ) el-Bâriʾ’dir (eşyaları örneksiz icat edendir), (ٱلْمُصَوِّر) el-Musavvir’dir (yarattıklarına dilediği gibi şekil verendir).»     (El-Ḥaşr: 24)

(ٱلْخَالِق) El-Ḫālık; takdir eden, zatı sınırdan, son bulmaktan ve miktardan münezzeh olan, demektir. Eğer Allah cisim olsaydı -O, bundan yüce ve münezzehtir- bu durumda bir miktarla takdir edilmiş, sonlu ve sınırlı olmuş olurdu. Sonlu ve sınırlı olan varlık ise mahluktur, (ٱلْخَالِق) el-Ḫālık değil. Oysa sadece, her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Allah (ٱلْخَالِق) el-Ḫālık (her şeyi yaratan), (ٱلْبَارِئ) el-Bâriʾ (eşyaları örneksiz icat eden) ve (ٱلْمُصَوِّر) el-Musavvir’dir (yarattıklarına dilediği gibi şekil verendir). Yüce Allah, her türlü noksan sıfattan ve müşriklerin ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.

Altıncı delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
هُوَ ٱلْأَوَّلُ وَٱلْآخِرُ وَٱلظَّاهِرُ وَٱلْبَاطِنُۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ ٣ ‎
«O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir (mahlukat yok iken var olan ve varlığının başlangıcı olmayandır), (ٱلْآخِر) el-Âḫir’dir (devamlı var olan ve hiç yok olmayacak olandır), (ٱلـظَّاهِـر) eẓ-Ẓāhir’dir (fiilleriyle varlığı belli olan, varlığını ispat eden sayısız deliller bulunan, kudretiyle her şeyden üstün olan ve hiçbir şeyden âciz olmayandır) ve (ٱلْبَاطِـن) el-Bâtın’dır (zatının, sıfatlarının ve fiillerinin mahiyeti mahlukatın aklında idrak ve hayalinde tasavvur edilemeyendir). Ve O, (varlığı vacip, imkânsız ve mümkün olan) her şeyi en ince teferruatıyla bilen ve kendisine hiçbir şey gizli olmayandır.»  (El-Ḥadîd: 3)

Allah’ın “هُوَ ٱلْأَوَّلُ وَٱلْآخِرُ” sözü, O’nun cisim olmaktan ve cismin özelliklerinden münezzeh olmasını gerektirir. Çünkü cisim hâdistir (daha önce yokken sonra olmuştur) ve cüzlerden müteşekkildir. Bu cüzler onun varlığından önce gelir. Cisim böyle olduğuna göre asla (ٱلْأَوَّل) el-Evvel (her şeyden önce hep var olan) vasfını almaz.
Allah’ın “وَٱلظَّاهِرُ وَٱلْبَاطِنُ” sözüne gelince (ٱلْبَاطِـن) el-Bâtın’ın manası; his O’nu idrak etmez, hayal O’na ulaşamaz, demektir. Eğer Allah cisim olsaydı hissin idrak etmediği, hayalin ulaşmadığı vasfı O’na verilmezdi.

Yedinci delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَلَا يُحِيطُونَ بِهِۦ عِلْمًا ١١٠
«Fakat kullar, Allah’ı (zatı ve sıfatlarının mahiyetini) ilim (ve akılları) ile idrak edemezler.»  (Tā Hâ: 110)

Bu ayet Yüce Allah’ın cisim olmaktan ve cismin özelliklerinden münezzeh olduğuna delalet eder. Çünkü Allah cisim olsaydı ilim ve akılla idrak edilebilirdi.

Sekizinci delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
لَا تُدْرِكُهُ ٱلْأَبْصَارُ
«Gözler O’nu asla idrak edemez (Allah’ın gerçeğini bilemez) …»  (El-Enʿâm: 103)

Bu ayet Yüce Allah’ın cisim olmaktan ve cismin özelliklerinden münezzeh olduğuna delalet eder. Çünkü Allah cisim olsaydı gözler O’nu kuşatarak idrak edebilirdi, velev ki büyük bir cisim olsun.

Dokuzuncu delil: Yüce Allah’ın cisim olmaktan münezzeh olduğunun delillerinden biri de şudur:

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ ٱلْوَرِيدِ ١٦
«Ve biz ona şah damarından daha yakınız.»    (Kāf: 16)

Eğer Yüce Allah cisim olsaydı Allah’ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğu sözü doğru olmazdı. Bu söz ancak ya cisimler arasında olduğu gibi, Allah’ın içimize girip bizimle birleşmesi hâlinde doğru olur ya da Allah’ın cisim olmaktan ve cismin özellikleri olan hayyizi olmak, birleşmek ve bir mahlukun içine yerleşmekten münezzeh olmasıyla doğru olur.

5
6) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir başka şey de O’nu, mahlukun zatının vasfı olan suret ve şekilden tenzih etmektir.

Bu konuda bazı deliller:
Birinci delil: Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın zatı suretten, sınırları olmasından ve terkibden münezzehtir; çünkü suret ve şekil veren, terkib eden, sınırları çizen O’dur. Suret ve şekil veren zat, başkası tarafından suret ve şekil verilen olmasından münezzehtir. Allah bu vasıflardan yüce ve münezzehtir. Çünkü hey’et (biçim), suret, terkib (parçalardan müteşekkil olmak) ve telif (parçaları bir araya getirilmiş olmak); ancak sınırlı olan cisimler ve mahluk olan cevherlerde söz konusu olur.

İkinci delil: Suret, ancak telif (birkaç parçanın bir araya getirilmesi) ve terkib (cüzlerin birleştirilmesi) sonucu oluşur. Terkib (cüzlerden oluşmak) ise Yüce Allah hakkında imkânsızdır. Sureti olan varlığın bu surete sahip olması için mutlaka ona bu sureti tahsis eden bir varlığın olması gerekir. Bütün varlıklara suret ve şekil veren ise Yüce Allah’tır. Çünkü O; (ٱلْمُصَوِّر) el-Musavvir’dir (yarattıklarına dilediği gibi şekil verendir), suretlerin yaratıcısıdır. O, yarattığı varlıklara dilediği gibi suret verendir.

Üçüncü delil: Suret keyfiyeti gerektirir. Keyfiyet ise Yüce Allah ve sıfatlarından nefyedilmiştir (yani Allah’ın zatı ve sıfatları keyfiyetten münezzehtir). Buna göre her Müslümanın bilmesi gerekir ki Rabbimiz herhangi bir suret ve şekli olmasından münezzehtir.

Kadı Bedreddin İbni Cemâ’a, “Îdâhu’d-Delîl” kitabında şöyle dedi:
“Kim Yüce Allah’ın bir sureti olduğunu ve Âdem aleyhisselam’ı o suret üzere yarattığını söylerse onun bu sözü reddedilir. Çünkü Allah hakkında böyle söylemek, O’nu cisimlere benzetmektir. Aynı şekilde “Allah’ın bir sureti vardır fakat diğer suretler gibi değildir.” diyen kişinin sözü de reddedilir. Çünkü bu söz de Allah’ı cisimlere benzetmektir.” (Îdâhu’d-Delîl fî Kat’i Huceci Ehli’t-Ta’tîl, c: 1 s: 155)

Kadı Bedreddin İbni Cemâ’a aynı kitapta şöyle dedi:
“İkinci hadis, Allah’ın insanları kıyamet gününde bir araya toplamasıyla ilgili uzun hadistir. Bu hadiste şöyle geçmektedir: “Allah onlara, taptıkları suretten başka bir surette gelir ve onlara, “Ben sizin Rabbinizim.” der. Onlar da “Senden Allah’a sığınırız. Rabbimiz bize gelinceye kadar biz yerimizde kalacağız.” derler.” Sonra hadis şöyle devam ediyor: “Sonra Allah onlara bildikleri surette gelir ve şöyle der: “Ben sizin Rabbinizim.” Onlar da “Evet, sen bizim Rabbimizsin.” derler.”

Bil ki akli ve nakli deliller, şekli ve sınırları olan bir suretin Yüce Allah hakkında imkânsız olduğunu gösterir, daha önce anlattığımız gibi. Buna göre; bu rivayetin zahiri manasını Allah hakkında vermemek ve bu rivayeti her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Rabbimize layık olan ve Arap dilinde kullanılan bir manaya tevil etmek gerekir. Bu ise suretten kastedilenin sıfat ve durum olmasıdır.”  (Îdâhu’d-Delîl fî Kat’i Huceci Ehli’t-Ta’tîl, c: 1 s: 159)

6
7) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir başka şey de O’nu; carihalardan (el, ayak gibi iş yapan uzuvlardan), cüzlerden ve organlardan tenzih etmektir.

Bu konuyla ilgili bazı deliler:
Birinci delil: Mücessime ve müşebbihe hariç bütün kıble ehli; Yüce Allah’ın cüzlerden, organlardan ve carihalardan (el, ayak gibi iş yapan uzuvlardan) münezzeh olduğu konusunda icma etmiştir. Allah, bu gibi eksik vasıflardan yüce ve münezzehtir. Çünkü Allah cüzlerden ve parçalardan müteşekkil olsaydı bu cüz ve parçalara muhtaç olurdu. Bu ise mutlak olarak her şeyden müstağni olmaya zıttır. Yüce Allah her şeyden müstağni olup hiçbir şeye muhtaç olmadığına göre O’nun cüzlerden, organlardan ve carihalardan müteşekkil olması imkânsızdır.

İkinci delil: Yüce Allah’ın carihalardan (el, ayak gibi iş yapan uzuvlardan), organlardan ve cüzlerden münezzeh olduğuna dair mücmel nakli deliller çoktur.

a) Yüce Allah şöyle buyuruyor:
قُلْ هُوَ ٱللّٰهُ أَحَدٌ ١ ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ ٢ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ٣ وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ ٤
«Ey rasulüm! Senden Rabbini tanıtmanı isteyenlere de ki: “O; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olan Allah’tır (hiçbir yönden benzeri yoktur). Bilin ki Allah, (ٱلـصَّـمَـد) es-Samed’dir (mükemmel sıfatlara sahiptir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün mahlukat O’na muhtaçtır ve O, ibadete layık yegâne varlıktır). O, kesinlikle doğurmamıştır (asla yok olmayacaktır) ve asla doğurulmamıştır (varlığının başlangıcı yoktur). O’nun (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) benzeri olan hiçbir varlık yoktur (bu sebeple mutlak itaat ve mutlak sevgi yalnız O’na verilmelidir).”»   (El-İḫlâs: 1-4)

Yüce Allah’ın “ٱللّٰهُ أَحَدٌ” sözündeki “أَحَد (tek)” lafzı mübalağalı bir şekilde Allah’ın bir olduğunu gösterir. Bu ise Allah’ın cüzlerden ve parçalardan müteşekkil olmasına zıttır. Tek olmak, Allah’ın cüzleri olmasını yani O’nun zatında mürekkeb ve parçalardan müteşekkil olmasını nefyeder. Çünkü Yüce Allah cariha (el, ayak gibi iş yapan uzuvlar) ve cüzlerden mürekkeb olsaydı tek olmazdı. Çünkü cüzleri, Allah’ın zatında çok şeyin bulunmasını gerektirirdi. Bu ise Allah’ın zatında tek olmasına zıttır.
Yüce Allah’ın “ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ” sözü yani O’nun samed oluşu da aynı şekilde Allah’ın cariha ve cüzlerden müteşekkil olmadığına delalet eder. Bunun delil oluşu şöyledir: Her cisim mürekkebdir ve her mürekkeb cüzlerinden her birine muhtaçtır, cüzlerinin her biri de ondan başkasıdır. Dolayısıyla mürekkeb olan varlık, başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan bir varlık ise müstağni olan ve kendisine muhtaç olunan değildir. Öyleyse böyle bir varlık asla mutlak samed olamaz. Ayrıca Allah cariha ve organlardan müteşekkil olsaydı görmek için göze, fiil yapmak için ele, yürümek için ayağa muhtaç olurdu. Bu ise Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı, her şeyden müstağni olduğu mutlak samed vasfına zıttır.

Yüce Allah’ın “وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ” sözü Allah’ın benzeri olmasını reddeder, tıpkı Allah’ın şu sözü gibi:
لَيْسَ كَمِثْلِهِۦ شَيْءٌۚ
«(Bilin ki herhangi bir konuda veya herhangi bir yönden) O’na benzer hiçbir şey yoktur.»    (Eş-Şûrâ: 11)

Eğer Allah cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olsaydı bu durumda cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olan diğer bütün mahlukat O’nun benzeri olmuş olurdu.

b) Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَٱللّٰهُ ٱلْغَنِيُّ وَأَنْتُمُ ٱلْفُقَرَآءُۚ
«Ve bilin ki Allah (ٱلْـغَـنِـيّ) el-Ğaniyy’dir (hiç kimseye muhtaç değildir). Siz ise (hem varlığınızda hem de varlığınızın devamında) O’na muhtaçsınız.»   (Muḥammed: 38)

Yüce Allah’ın bu sözü gösteriyor ki O, her şeyden müstağnidir. Eğer Allah cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olsaydı bu durumda müstağni olmazdı. Çünkü her cisim cüzlerden müteşekkildir ve cüzlerden müteşekkil olan her varlık, her bir cüzüne muhtaçtır.

c) Yüce Allah şöyle buyuruyor:
ٱللّٰهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْحَيُّ ٱلْقَيُّومُۚ
«Allah, kendisinden başka ibadete layık ilah olmayandır. O (ٱلْـحَـيّ) el-Ḥayy’dır (mahlukatın hayatına benzemeyen, başlangıcı ve sonu olmayan mükemmel hayat sahibidir), (ٱلْقَـيُّوم) el-Kayyûm’dur (hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisi dışındaki her şeyin hem var oluşlarında hem de varlıklarının devamında her an kendisine muhtaç olduğu yüce zattır).»  (El-Bakara: 255)

Yüce Allah’ın bu sözündeki (ٱلْقَـيُّوم) el-Kayyûm vasfı; Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusunda mübalağalı bir vasıftır. Bu, Allah’tan başka her şeyi var eden, rızıklandıran ve düzene koyanın O olduğunu gösterir. Eğer Allah carihalardan ve cüzlerden müteşekkil olsaydı şüphesiz başkasına muhtaç olurdu. O’ndan olan cüzü O’nu bir araya getirdiği için başkası, yani cüzü O’ndan müstağni olurdu. O zaman da Allah mutlak olarak kayyûm olmazdı.

d) Yüce Allah şöyle buyuruyor:
لَيْسَ كَمِثْلِهِۦ شَيْءٌۚ
«(Bilin ki herhangi bir konuda veya herhangi bir yönden) O’na benzer hiçbir şey yoktur.»   (Eş-Şûrâ: 11)
Yüce Allah’ın bu sözü de O’nun cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olmadığını gösterir. Çünkü Allah cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olsaydı bu durumda cüzlerden ve carihalardan müteşekkil olan diğer bütün mahlukat O’nun benzeri olmuş olurdu.

7
8 ) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir diğer şey O’nu; ittihad (bir varlıkla birleşmek), hulul (bir varlığa yerleşmek), ittisal (bir varlıkla bitişmek) ve infisal (bir varlıktan ayrılmak) vasıflarından tenzih etmektir. Çünkü bunlar mahlukun sıfatlarıdır.

Bu konuda bazı deliller:

Birinci delil: Yüce Allah ittihad (bir varlıkla birleşmek), hulul (bir varlığa yerleşmek), ittisal (bir varlıkla bitişmek) ve infisal (bir varlıktan ayrılmak) vasıflarından münezzehtir. Çünkü bunlar mahlukun sıfatlarıdır.
 
Bunun beyanı şöyledir: Bir varlık ya yaratıcıdır ya da yaratılandır, üçüncü bir seçenek yoktur. Buna göre kdîm (قَدِيم), ezelî ve baki olan (sonu olmayan) ve hiçbir benzeri olmayan yaratıcı, sonra olmuş olan ve fâni olan mahlukla birleşir mi hiç?! Ya da sınır ve miktardan münezzeh olan varlık, sınırlı ve miktarı olan mahlukun içine yerleşir mi hiç?! Şüphesiz Allah, yerlere ve mekânlara yerleşmekten münezzehtir; çünkü yerleşme sıfatı araz olan bir sıfattır, yok olur ve hâdistir (sonra olmuştur). Hâdis olan (daha önce yokken sonra olan) bir sıfat ise asla Allah’a layık değildir.

Ayrıca ittisal (bitişik olmak) ve infisal (ayrılmak) da ancak cisimler arasında olur. Allah ise cisim olmaktan ve cismin özelliği olan her şeyden münezzehtir. Allah hakkında bunu daha önce kati delillerle ispat ettik.

İkinci delil: Ehlisünnet âlimleri, Yüce Allah’ın yarattığıyla birleşmekten veya yarattığı bir şeyin içine girmekten, aynı şekilde yarattığıyla bitişmiş olmaktan ya da yarattığından ayrılmış olmaktan münezzeh olduğu konusunda icma etmiştir. Bu konudaki icmayı, Müslüman fırkaları anlatan âlimler nakletmişlerdir.

İbni Kesir, Yüce Allah’ın;
وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ ٱلْوَرِيدِ ١٦
«Ve biz ona şah damarından daha yakınız.» (Kāf: 16) ayetini açıklarken şöyle dedi:
“نَحْنُ (biz) sözünden kasıt meleklerdir. Yani Allah’ın melekleri insana şah damarından daha yakındır. Bazı âlimlere göre bu ayetten kasıt; Allah’ın kullarına ilimle şah damarından daha yakın olmasıdır, zatıyla yakın olması değil. Bu tevili yapan âlimler, ayetten hulul ya da ittihad manası anlaşılmasın diye böyle tevil etmişlerdir. Hulul ve ittihad, her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’tan icmayla nefyedilmiştir.”   (Tefsiru İbni Kesir, c: 4 s: 224)

8
9) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği bir diğer şey de O’nu, mahlukun zatının vasfı olan araz ve hissî keyfiyetlerden tenzih etmektir.

Arazdan kasıt; mahlukun zatının vasfedildiği renk, hacim, şekil, tat, koku gibi şeylerdir.

Hissî keyfiyetlerden kasıt ise mahlukun zatının vasfedildiği oturmak, karar kılmak (yerleşmek), inmek, yükselmek ve bunlar gibi mahlukun zatında değişim olduğunu gösteren vasıflardır. Aynı şekilde gitmek ve gelmek gibi zatta değişim olduğunu gösteren vasıflardır. Aynı şekilde tutmak, yaymak ve bunlara benzer zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Aynı şekilde yürümek, kalkmak, oturmak, yaslanmak ve yan yatmak gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Yine tutunmak, bitişmek, ayrılmak, dokunmak, karşılıklı olmak, arka arkaya olmak ve yönelmek gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Yine sakin olmak, hareketli olmak, temas etmek, ayrı ayrı olmak, bir yerden çıkmak, bir yere girmek gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Aynı şekilde mesafeyle yakın olmak, mesafeyle uzak olmak, gülmek ve bunlar gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Yine tebessüm etmek, kahkaha atmak ve bunlar gibi zatta değişim olduğunu gösteren vasıflardır. Aynı şekilde sevinmek, üzülmek, kızmak gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Yine pişmanlık, tereddüt gibi zatta değişimi ifade eden vasıflardır. Şüphesiz bu ve bu gibi araz ve hissî keyfiyetlerden Yüce Allah münezzeh ve yücedir. Aynı şekilde hayalin tasavvur ettiği, aklın takdir ettiği ve hissin keyfiyet verdiği her türlü manadan da münezzehtir. Çünkü bu gibi araz ve hissî keyfiyetler hâdis (daha önce yokken sonra) olmanın alametlerindendir. Yüce Allah ise (ٱلْأَوَّل) el-Evvel yani başlangıcı olmayan, ezelî ve kdîm (قَدِيم) olandır; her türlü hâdis olan şeyden ve bir hâlden bir hâle değişmekten münezzehtir. Çünkü O, bu gibi eksik sıfatlardan münezzeh ve yücedir. Âlemlerin rabbi olan Yüce Allah’ın mahiyetini duyu organları idrak edemez ve O, hiçbir yönden mahlukata benzemez. O, her türlü değişim ve hudûstan (sonra olmaktan) münezzeh ve yücedir.

Allah’ın hissî keyfiyetlerden münezzeh olduğunun delillerinden biri şudur: Bu hissî keyfiyetler cismin özelliklerindendir. Yüce Allah ise cismin özelliklerinden münezzehtir. İkincisi; bu hissî keyfiyetler hâdistir (daha önce yokken sonra olmuştur). Örneksiz yaratan Rabbimiz ise hâdis değildir. Dolayısıyla hâdis olan şeylerin, O’nun zatında bulunması imkânsızdır. Üçüncüsü; bunlar bir hâlden başka bir hâle değişimi ve infiali (bir şeyden etkilenerek hâlin değişmesini) gerektirir. Allah ise zatında değişme olmasından münezzehtir.

Burada tenzih kaidelerini bilmeyenlerin karıştırdığı önemli bir meseleyi açıklamak gerekir. O da şudur: Kur’ân ve sahih sünnette Yüce Allah’ın zatına izafe edilen istiva, inmek, gitmek, gelmek, tutmak, yaymak, gülmek, tebessüm etmek, ğadab, tereddüt gibi şeyler Allah’ın muradı ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in muradı üzere hak ve doğrudur. Bunların lafızlarına iman ederiz çünkü bu lafızlar kitap ve sünnette geçmiştir. Manasını ise her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’a havale ederiz. Bununla birlikte Allah’ı, cisim olma manasını veren ve mahlukata benzemeyi ifade eden her türlü şeyden tenzih ederiz. Çünkü Allah, hiçbir yönden hiçbir şeye benzemez.

Zata izafe edilen şey, zatın mahiyetine tâbidir. Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah; insanın zatı için söz konusu olan değişmekten, sonra olmaktan ve bir şeyden etkilenmekten münezzehtir.

Biz, Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında ilimsizce konuşmayız. Allah hakkında kitabında ve rasulü sallAllahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde geçen şeyleri de reddetmeyiz. Fakat bu kelimelerin Allah’ın zatına layık olmayan lazımlarını; eksiklik, değişmek ve kaybolmayı reddederiz. Çünkü bunlar sonradan olmayı ihtiva eder ki bu da Raḥman’ın zatının vasfı olan kdîm (قَدِيم) olmaya zıttır.
9
10) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği şeylerden biri de O’nu, her türlü eksiklik ve ayıptan tenzih etmektir.

Yüce Allah; uyuklamak, uyumak, ölmek, fâni olmak ve helak olmak gibi mükemmel hayata zıt olan her şeyden münezzehtir. Yine O; cehalet, gaflet ve unutma gibi mükemmel ilme zıt olan her şeyden münezzehtir. Aynı şekilde O; acziyet, zayıflık, şiddetli yorgunluk veya en hafif yorgunluk gibi mükemmel kudrete zıt olan her şeyden de münezzehtir. Herhangi bir şeyi yaratmak, O’nun için diğer bir şeyi yaratmaktan daha kolay veya daha zor değildir; çünkü O’nun kudreti mükemmel bir kudrettir. Yüce Allah mecbur olmak, zorlanmak ve mülkünde dilemediği bir şeyin olması gibi mükemmel iradeye zıt olan her şeyden de münezzehtir. O; sağırlık ve seslerin karışması gibi mükemmel duymaya zıt olan her şeyden de münezzehtir. Yine O; körlük ve görülen şeylerin karışması gibi mükemmel görmeye zıt olan her şeyden münezzehtir. Aynı şekilde konuşamamak, söylemek istediğini ifade edememek ve kelimelerin son bulması gibi mükemmel kelama zıt olan her şeyden de münezzehtir. O; ihtiyaç, şehvet, afet (bir zararın isabet etmesi), hastalık, yemek, içmek, fayda elde etmek ya da zarardan kaçınmak gibi mükemmel manada müstağni olmaya zıt olan her şeyden de münezzehtir. O; zulüm ve vâdinden dönmek gibi mükemmel hikmet ve adalete zıt olan her şeyden de münezzehtir. Yüce Allah sınır, miktar, bir mekânda olma, üzerinden zaman geçmesi, değişmek, sonradan olmak, zatında hâdislerin bulunmasını kabul etmek gibi mükemmelliğe zıt olan ve eksikliği gösteren her şeyden de münezzeh ve yücedir.

Yüce Allah’ın mahlukun zatının vasfedildiği her türlü eksiklik ve ayıptan münezzeh olduğuna dair Kur’ân-ı Kerîm’de birçok ayet vardır.

Örneğin; uyuklama ve uyku Allah’ın şu ayetinde nefyedilmiştir:
ٱللّٰهُ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْحَيُّ ٱلْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُۥ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۚ
«Allah, kendisinden başka ibadete layık ilah olmayandır. O (ٱلْـحَـيّ) el-Ḥayy’dır (mahlukatın hayatına benzemeyen, başlangıcı ve sonu olmayan mükemmel hayat sahibidir), (ٱلْـقَـيُّـوم) el-Kayyûm’dur (hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisi dışındaki her şeyin hem var oluşlarında hem de varlıklarının devamında her an kendisine muhtaç olduğu yüce zattır). O’nu ne uyuklama ne de uyku tutar (her türlü noksanlıktan münezzehtir).»     (El-Bakara: 255)

Acziyet ve yorgunluk, Allah’ın şu ayetinde nefyedilmiştir:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ ٣٨
«Yemin olsun ki gökleri, yeri ve bunların arasındaki her şeyi (bir göz kırpmasından daha kısa zamanda yaratma kudretimiz olmasına rağmen) altı günde yarattık. Bundan dolayı bize herhangi bir yorgunluk isabet etmiş de değildir.»  (Kāf: 38)

Unutmak, Allah’ın şu ayetlerinde nefyedilmiştir:
وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِيًّا ٦٤
«Ve Rabbin hiçbir şeyi unutmaz.»  (Meryem: 64)

قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبِّي فِي كِتَابٍۖ لَا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنْسَى ٥٢
«Musa ona şöyle cevap verdi: “Geçmiş milletlere ne yaptığının ilmi, Rabbimin katında olan bir kitaptadır (Levhi’l Mahfuz’dadır). Rabbim asla hata yapmaz ve unutmaz.”»   (Tā Hâ: 52)

Zulüm, Allah’ın şu ayetlerinde nefyedilmiştir:
وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَدًا ٤٩
«Ey rasulüm! Bil ki Rabbin hiç kimseye zulmetmez (herkese hak ettiği şeyi verir).»     (El-Kehf: 49)

وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ ٤٦
«Ve bilinmelidir ki Rabbin, kullarına asla zulmetmez (kıyamet gününde herkese hak ettiği karşılığı verecektir).»  (Fussilet: 46)

Kur’ân ve sünnette geçen her mükemmel vasıf Allah’a layıktır. Bu mükemmelliğe zıt olan her türlü eksiklikten ise Yüce Allah münezzehtir.
10
11) Allah’ı hakkıyla tesbih ve takdis etmenin gerektirdiği şeylerden biri de O’nu; babadan, çocuktan ve eşten tenzih etmektir.

Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah; kadınlara dokunmaktan, eş ve çocuk edinmekten de münezzeh ve yücedir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. O’nun benzeri olan hiçbir varlık yoktur.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
قُلْ هُوَ ٱللّٰهُ أَحَدٌ ١ ٱللّٰهُ ٱلصَّمَدُ ٢ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ٣ وَلَمْ يَكُنْ لَهُۥ كُفُوًا أَحَدٌ ٤
«Ey rasulüm! Senden Rabbini tanıtmanı isteyenlere de ki: “O; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olan Allah’tır (hiçbir yönden benzeri yoktur). Bilin ki Allah, (ٱلـصَّـمَـد) es-Samed’dir (mükemmel sıfatlara sahiptir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün mahlukat O’na muhtaçtır ve O, ibadete layık yegâne varlıktır). O, kesinlikle doğurmamıştır (asla yok olmayacaktır) ve asla doğurulmamıştır (varlığının başlangıcı yoktur). O’nun (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) benzeri olan hiçbir varlık yoktur (bu sebeple mutlak itaat ve mutlak sevgi yalnız O’na verilmelidir).”» (El-İḫlâs: 1-4)

Yüce Allah başka bir ayette şöyle buyuruyor:
بَدِيعُ ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضِۖ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُۥ صَاحِبَةٌۖ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ١٠١
«(İftira atılarak kendisine eş koşulan ve yalan söylenerek çocuk isnat edilen) O gerçek ilah, gökleri ve yeri örneksiz yaratmıştır. O’nun eşi olmadığı hâlde nasıl çocuğu olabilir ki?! (Onların eş koştukları dâhil) Her şeyi yaratan O’dur. Ve O, gizli açık her şeyi en ince ayrıntısıyla bilendir (herkese yaptıklarının hesabını soracaktır).»  (El-Enʿâm: 101)

Yüce Allah hakkında imkânsız olan şeylerden biri O’na baba, eş ve çocuk isnat etmektir. Çünkü O; bütün mahlukatın yaratıcısıdır, kdîm (قَدِيم)’dir, ezelîdir, O’ndan başka her şey mahluktur ve sonra olmuştur. O; zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir. Her türlü ihtiyaç durumunda kendisine başvurulan seyyiddir. O, bir şeyden ayrılmaz ve O’ndan bir şey ayrılmaz. لَمْ يَلِدْ ; O, mahluk bir cüzü olmasından münezzehtir (çünkü doğurduğu şey O’ndan bir cüz olup sonradan olmuş olacağından mahluk bir cüz olmuş olur). وَلَمْ يُولَدْ; O, muhdes (sonradan olmuş) ve yaratılmış bir şey olmaktan da münezzehtir. Bilakis O; (ٱلْأَوَّل) el-Evvel’dir, O’ndan önce hiçbir şey yoktur; (ٱلْآخِر) el-Âḫir’dir, O’ndan sonra hiçbir şey yoktur. O, her şeyi yaratandır; O’ndan başka her varlık mahluktur. O; tektir, hiçbir benzeri yoktur. Sameddir; bir şeyden ayrılmaz ve O’ndan bir şey ayrılmaz.

Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’a çocuk isnat etmenin imkânsız olmasının sebeplerinden biri de şudur: Çocuk, babasından bir cüzdür. Çünkü baba çocuğunu yaratmaz; bu sebeple ancak onun bir cüzüdür. Ve çocuk, babasının dengi, onun zatının misli ve benzeridir. Yüce Allah’ın ise hiçbir konuda, hiçbir yönden benzeri yoktur. O; tektir, sameddir; cüz olmaktan da bütün olmaktan da münezzehtir. İşte bundan dolayı asla O’ndan bir çocuk olmaz. Çünkü O’ndan bir çocuk olsaydı -ki O, bundan yüce ve münezzehtir- bu durumda o çocuk kdîm (قَدِيم) olurdu, aynı babası gibi. O çocuk hâdis iken; yani daha önce yokken sonradan var olduğu hâlde nasıl olur da kdîm (قَدِيم) olabilir?! Bundan dolayı Allah hakkında çocuğu olması mümkün değildir.

 İşte Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e müşriklere söylemesini emrettiği sözde bu hastalığın ilacını buluruz.

قُلْ إِنْ كَانَ لِلرَّحْمَٰنِ وَلَدٌ فَأَنَا۬ أَوَّلُ ٱلْعَابِدِينَ ٨١
«Ey rasulüm! (Allah’a kız çocuğu isnat eden) Müşriklere de ki: “(Farzımuhal) Er-Raḥmân’ın bir çocuğu olsaydı ona ilk ibadet eden ben olurdum.»   (Ez-Zuḫruf: 81)
 
Bu sözün manası şudur: “Eğer Raḥman’ın çocuğu olması caiz, mümkün, söz konusu olsaydı ben yine Allah’ın emrine boyun eğen ve itaatle O’na ibadet edenlerin ilki olurdum. Fakat Raḥman’ın çocuk edinmesi mümkün değildir. Çünkü bu, tek ve samed olan hakkında imkânsızdır.” Bu sebeple bu sözün hemen akabinde tesbih ve tenzih ayeti gelmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

سُبْحَانَ رَبِّ ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضِ رَبِّ ٱلْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ٨٢
«Göklerin, yerin ve arşın yegâne rabbi olan Allah, müşriklerin nispet ettiği bütün noksanlıklardan (ve mahlukata benzemekten) münezzeh ve yücedir.»      (Ez-Zuḫruf: 82)

Öyleyse çocuk, her türlü noksan sıfattan yüce ve münezzeh olan Allah hakkında imkânsız olan şeylerdendir. Bundan dolayı Allah’ın çocuğu olduğu inancı, yeryüzündeki en bozuk inançlardandır. Öyle ki cansız varlıklar dahi bu iddiadan dolayı eziyet çekerler.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَقَالُوا ٱتَّخَذَ ٱلرَّحْمٰنُ وَلَدًا ٨٨ لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا ٨٩ تَكَادُ ٱلسَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ ٱلْأَرْضُ وَتَخِرُّ ٱلْجِبَالُ هَدًّا ٩٠ أَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمَٰنِ وَلَدًا ٩١ وَمَا يَنْبَغِي لِلرَّحْمَٰنِ أَن يَتَّخِذَ وَلَدًا ٩٢ إِنْ كُلُّ مَنْ فِي ٱلسَّمَاوَاتِ وَٱلْأَرْضِ إِلَّا ءَاتِي ٱلرَّحْمَٰنِ عَبْدًا ٩٣ لَقَدْ أَحْصَاهُمْ وَعَدَّهُمْ عَدًّا ٩٤ وَكُلُّهُمْ ءَاتِيهِ يَوْمَ ٱلْقِيَامَةِ فَرْدًا ٩٥
«Ve kâfirler (Yahudi, Hristiyan ve bazı müşrikler Allah hakkında yalan uydurup) “Er-Raḥmân çocuk edindi.” dediler. Ey kâfirler! (“Er-Raḥmân çocuk edindi.” demekle) Gerçekten de çok çirkin ve (aklın asla kabul etmediği) büyük bir iftira atmış oldunuz. Er-Raḥmân’a çocuk isnat ederek çok büyük ve çirkin bir iftirada bulunmalarından dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar şiddetle yıkılıp paramparça olacaktı. Şu bilinmelidir ki er-Raḥmân’ın çocuk edinmesi, ilahlığına zıttır (çünkü O, her türlü eksik sıfattan münezzeh ve yücedir). Muhakkak ki göklerde olanların (meleklerin) ve yerde olanların (insan ve cinlerin) hepsi, kıyamet gününde er-Raḥmân’a boyun eğmiş birer kul olarak gelecektir. Muhakkak ki Allah’ın ilmi bütün mahlukatı kuşatmış ve onların sayılarını tek tek tespit etmiştir (hiçbiri O’na gizli değildir). Ve herkes kıyamet gününde er-Raḥmân’ın huzuruna (yardımcılarını ve mallarını terk etmiş olarak) tek başına gelecektir (sonra da herkese hak ettiği mükâfaat ya da ceza mutlaka verilecektir).»   (Meryem: 88-95)
Sayfa: [1] 2 3 ... 10